X-Files

Bilinmeyen.Com / X-Files Kategorisi

Dahilerin bilinmeyen buluşları

Dahiler hakkında

Albert Einstein, İsrail Cumhurbaşkanlığı teklifini reddetmişti. Mazereti ilginçti, Einstein insani problemlerle uğraşamayacağını, aklının ermediğini söylemişti. Einstein´in ölümünden birkaç dakika evvel söylediği son sözleri anlaşılamadı, çünkü Almanca konuşmuştu ama başucunda sadece bir hemşire vardı ve o da Almanca bilmiyordu.

1698-1758 yılları arasında yaşayan Fransız matematikçi Pierre Bouguer, ışığın şiddetini ölçen ilk bilim adamıydı pardon çocuğuydu çünkü Paris´deki Hidrografik Okulu´nda profesör olduğunda daha 15 yaşındaydı. On yaşındayken okulundaki hocalara matematik öğretiyordu.

Mars gezegeninin uydularını bulan Asaph Hall, bir marangozdu ve ilk öğrenim görmemişti. 1857 yılında astronomi ile ilgilenmeye başladı ve Harvard Koleji Gözlemevi´nde haftada 3 Dolar´la yardımcı asistan olarak işe başladı. Sadece 6 yıl sonra profesör oldu, 14 yıl sonra da keşiflerini yaptı.

500 yıl önce yazılan Leonardo da Vinci´nin özel notları ancak bir ayna karşısında okunabildi çünkü yazıları ters yazmıştı. Ressam ve heykelci olarak bilinen Leonardo da Vinci´nin buluşları salt yaşadığı çağa göre değil, günümüz için de inanılmazdır. Büyük usta, paraşütü, can yeleğini, su pompasını, yüzme paletini, greyder, pedallı bot, atsız pedallı araba, zincir dişlisi, buharlı silah, su türbünü, öğütme makinesi, şarapnel, makineli tüfek, uçak, helikopter, denizaltı başta olmak üzere sayısız buluşu tasarlamış, planlarını çizmiş ve bir çoğunu da yapmıştı.

Jean François Champillion 1801´de, Rosette Taşı´nı okuyarak hiyeroglifleri çözümlemişti. Champillion 11 yaşında, Latince, Eski Yunanca ve İbranice´yi okuyup yazabiliyordu. 13 yaşına geldiğinde, Arapça, Surca, Kaldece ve Koptça´yı öğrenmişti. Champillion´un belleği İnanılmazdı.
Marx ve Engels yani Komünizm´in babaları 1851-1862 yılları arasında 11 yıl boyunca New York Tribune adlı Amerikan gazetesine 500 yazı yazdılar bu arada akla gelmişken unutmayalım, Karl Marx´ın, Engels´e yazdığı bir mektuptan alıntı; " Hiçbir Rus´a inanmıyorum, eğer bir an önce doğru yolu bulamazlarsa, cehennemin kapısı açılacak..." Peki, Marx kimlere inanıyordu?

Dünya nüfusu bu hızla artarsa ne olacak?

Eğer dünyanın nüfusu bu hızla artmaya devam edecek olursa sonumuz pek garip olacak. Yapılan hesaplara göre aynı doğum ve ölüm oranları sürerse, 3530 yılında tüm yaşayan insanların ağırlığı dünyanın ağırlığı ile eşit olacak. Yine aynı oran devam ederse, 6826 yılında yaşayan insanların ağırlığı ise bilinen evrenin ağırlığı ile eşit olacak. Tabii, ayakta duracak yer dahi bulamayacaklar. Anlaşılan, ya kıyamet kopmalı, ya kitlesel ölümler artmalı veya doğum asgarinin altına inmeli, ya da dünya dışında bir yerlerde daha yaşamanın yolunu bulmalıyız. Neyse, daha zaman çok gibi (!)

ÜNLÜLERİN İNANILMAZ AMA GERÇEK HİKAYELERİ

Unutulmaz oyuncu Kirk Douglas, 

1978 yılında "Chosen-Seçilmiş" adlı bir filmde oynadı. Filmde Douglas, büyük bir sanayiciyi oynuyordu ve film gereği bir nükleer santral inşa ederken, oğlunun şeytana dönüşerek dünyayı yok edeceğine tanık oluyordu. Son Oscar töreninde Onur Ödülü alırken tüm izleyicileri ağlatan Kirk Douglas, Spartacus, Vikingler gibi dev filmlerde oynadı ama "Chosen" den çok etkilendi, neden mi? Garip ama gerçek; çünkü film çekilirken, yaşanan olaylar vardı ama en garibi tekrarı istenen bazı sahnelerin tüm çabalara rağmen bir daha çekilememesiydi; sanki bir güç ilk çekimin aynen kalmasını istiyordu. Ve dev oyuncu bugün "Chosen"i anımsamak dahi istemiyor.

 De Forest Kelley´i hepiniz tanıyorsunuz; "Uzay Yolu" nun ünlü Doktor Mc Coy´u; Kelley 1950 yılında yaşadığı olayı hiç unutmuyor."1950 yılında, ben, karım ve bir dostum, güzel bir haziran gecesinde Lousiana´ya doğru arabayla gidiyorduk; yol açık ve boştu; birden önümüzde dev, ışıklı silindirik bir cisim belirdi, yerden 40-50 metre kadar yükseklikteydi. İçinden kırmızı bir ışık yayılırken, dışarıya mavi ve yeşil sinyaller yayılıyordu. Yola devam ettik, garip cisim de bizimle beraber bir saat kadar yol aldı, kah arkamızda, kah üstümüzde. Sonra, bir mola yerine yaklaşıyorduk, o zaman yokoldu ve ertesi gün gazetelerde okuduk; bilinmeyen bir gök cismi görülmüştü." Kelley sonra ekliyor; "Yıl 1950´ydi ve daha o yıllarda "Uzay Yolu"nun adı bile yoktu. Çok sonraları uzay yolu´nu çekerken bu olay hep aklıma geldi; eminim ki, bu bir ufo´ydu ve bana gelecekte ün ve refah getirecek olan uzay dizisinin habercisiydi..."

 Ünlü Rambo veya Rocky yani Sylvester Stallone geçmiş yaşamına çok meraklı ve hipnoz seanslarına katılıyor. Ve Sly önceki iki yaşamını bildiğinden emin; Fransız devrimi sırasında bir ihtilalci olan Stallone, daha sonra arkadaşları tarafından giyotinde idam edildiğine inanıyor. Ama Stallone olmadan önce bir yaşam daha yaşamış; Vahşi Batı´nın yeşil çayırlarında at koşturan ve ateşin etrafında danslar eden bir kızılderili olarak yaşadığı düşüncesinde..

Robin Williams´da, ciddi bir reenkarnasyoncu; Bu konuda herşeyi inceledikten sonra kendine bir yaşam felsefesi oluşturmuş; Bakın Williams ne diyor; "Bütün geçmiş yaşamlarımı inceledim, bir yaşamımda İngiltere´de yaşadım; Shakespeare döneminde aktördüm. Bazı zamanlarda, kendimin başka bir yere ait olduğumu hissederim, sanki buraya ait değilmişim gibi, bir kuramım var, bir havaalanı düşünün, gideceğiniz yere kalkacak. Uçağın anonsunu bekliyorsunuz. Ama bir fark var; nereye gideceğinizden haberiniz yok. Derken bir anons yapılıyor; ´Haydi Bay Robin, Kafkasya´ya erkek olarak gidiyorsunuz,teşekkürler. Sonra ruhunuz oraya uçup gidiyorve bir bebekle buluşuyor; hepsi bu işte.." Neden olmasın, belki sevimli Peter Pan haklıdır...

Çoğumuzun bildiği gibi, Jules Verne´in ölümsüz eseri "80 Günde Devrialem"in sevimli Hintli prensesi Shirley McLaine ölümden sonra yaşama veya UFO´lara olan inancıyla tanınıyor; McLaine 1979 yılında ünlü İngiliz aktörü süper komedyen Peter Sellers´le tanıştı; "Bahçivan" filminde beraber oynadılar, film çekilirken Sellers hastaydı, ciddi bir kalp ameliyatı geçirmişti. "Pembe Panter" dizisinin ölümsüz komiser Cleoseu´su,Shirley McLaine´e ameliyatını anlattı; "..ameliyat sırasında kendimi yukardan seyrettim; tüm ameliyatı izledim. Hiç bir korku duymuyordum; bilincim yerindeydi ve çok iyiydim ama bedenimin başı dertteydi. Sonra büyük parlak beyaz bır ışığa doğru yaklaştım, ışık bana huzur, sevgi ve sıcaklık veriyordu, hemen oraya gitmem gerekiyordu ama birden kendimi yeniden ameliyat masasında buldum ve inan doktorlara çok kızdım; geri dönmek istemiyordum..." 

Ve Peter Sellers gerçekten de fazla beklemedi; aradan bir yıl dahi geçmedi ve kalbi daha fazla çalışmadı, yaşamı boyunca ruhsal seanslardan çıkmayan, önceki yaşamlarından birisinde Romalı bir general olduğuna inanan Peter Sellers büyük beyaz ışığa kavuşmuştu.

Gerçekten daha önceden yaşadık mı? Ruhlarımız acaba birçok başka yaşamın kişilikleri ile mi dolu? Peki, yeniden kim olarak doğacağız ?

Örneğin, hepimizin severek seyrettiği "Üç Adam, Bir Bebek" adlı filmde yaşanan olay hayret vericidir. Tom Selleck, Steve Guttenberg ve Ted Danson´un başrollerini oynadıkları 1987 yılında çekilen filmin yönetmeni de iyi tanıdığımız biriydi;"Uzay Yolu" dizisinin Volkanlısı uzun kulaklı Mr. Spock yani Leonard Nimoy. Film ağırlıklı olarak, bir evde geçiyordu ve bu ev filmin çekimi için bir kadından kiralandı ve film çekildi, bir iki ay süren çekimler sonucunda, montaj bitirildi ve ilk gösterim yapıldı. Filmin galasında evi kiralanan kadın da bulunuyordu, yani Bn. Sheena Sand. Aradan bir süre geçmişti ki, salondan bir çığlık yükseldi. Hemen film durduruldu, Bn Sand bayılmıştı, ayıldıktan sonra panik içinde kalkmaya çalıştı, filmin orasını tekrar görmek istiyordu. Nedeni sorulduğunda, ağlıyarak, geçen sene ölen oğlunun görüntüsünü filmde gördüğünü söyledi. Önce inanılmadı ama galadan sonra film tekrar oynatıldı, kadın doğru söylüyordu. Filmin bu sahnelerinin birisinde perdelerin ardındaki camdan küçük bir oğlan çocuğu bakıyor ve çok net bir biçimde görülüyordu. Hemen araştırma yapıldı ve Bn.Sand´in oğlunun resimleri ile karşılaştırılınca kadının doğru söylediği anlaşıldı. Film çekilirken, montaj yapılırken hiç kimse bu görüntüyü görmemişti, Yönetmen Nimoy dahi farkedememişti. Görüntü ancak, gala gecesinde Bn. Sand varken farkedildi veya ortaya çıktı. 

Clarissa Bernhard, Hollywood´ da 1982 mayıs ayına kadar normal bir insan olarak yaşıyordu. İki ay kadar önce Mart 1982´de ünlü oyuncu John Belushi, bir kaza sonucunda yaşama veda etmişti. Belushi´yi unutulmaz "Cazcı Kardeşler" den hatırlayacaksınız. Clarissa, iki arkadaşı ile beraber Belushi´nin kazada öldüğü yerden geçiyordu. Gece yarısıydı ve arabaları karşıki otoparktaydı. Genç kadın, birden ürperdi, sanki arkasından biri bakıyordu. Dönüp baktığında şok geçirdi. Çünkü iki ay önce tam burada ölen John Belushi, yolun tam ortasında durmuş, bakıyordu. Clarissa, dehşetle arkadaşlarını uyardı, onlar da baktıklarında Belushi´nin hayaleti yavaş yavaş kayboluyordu. Ama üçü de görmüşlerdi... Clarissa Bernhard olayı unutamadı ama daha arkası vardı. Aradan yedi ay geçti, Kasım ayının ılık bir California gecesiydi. Ve Clarissa yine kalabalık bir misafir grubu ile beraber bahçeye açılan salonda oturuyordu. Clarissa birden fenalaştı, ne olduğu merak edilirken toparlandı, başının döndüğünü söyledi ama tam o anda, birden bahçeyi işaret etti ve haykırdı "Bakın, oraya bakın..." Sekiz-on konuktan birkaçı bahçeye dönüp bakınca, karşılarında ünlü yıldız Natalie Wood´u gördüler ama o da Belushi gibi solarak kayboldu.

Görüntü çok netti ve Natalie´nin hayaleti ağlıyordu. Sonra, olay anlaşıldı, o gün Natalie Wood´un ölüm yıldönümüydü, talihsiz bir kaza sonucunda ölen güzel yıldızın büyük aşkı Robert Wagner, birkaç gün evvel, evlenmişti. Ölüm yıldönümünde Natalie Wood´un hayaleti ağlıyordu, ölümden sonra da süren aşkı için, Clarissa Bernhard´ın tanıkların önünde iki kez bu olayları yaşaması veya ilk görücü olması nın anlamı neydi? Kadın sanki ruhsal bir paratönerdi... Ve aynı yıl yani yine 1982´de yılın son günlerinde, Clarissa artık daha bilinçli olarak ruhsal konularla ilgilenmeye başladı. Aralık ayının bir gecesinde, aniden uyanarak, rüyasında Marilyn Monroe´yu gördüğünü söyledi.

Süper yıldız rüyasında Clarissa´ya yarın gece evinin bahçesinde buluşacaklarını söylemişti. Ertesi gün beraber yaşadığı Davis ve iki arkadaşıyla beraber bulunan  Marilyn´in öldüğü eve gittiler, hava kararıncaya kadar evin bahçesinin önünde arabanın içinde oturdular. Sokak boştu ve sadece birkaç lamba aydınlatıyordu. Birden Clarissa haykırdı;"Bakın, işte Marilyn..." Gerçekten de boş sokağın tam karşısından bir kadın geliyordu, ışığın altına geldiğinde iyice görüldü ve karşılarında vücudunu saran elbisesi içinde gerçekten Marilyn Monroe vardı. Sonra dördünün de inanmaz bakışları arasında yavaş yavaş kayboldu. Clarissa Bernhard, tüm bu olayları 1982 yılının içinde yaşadı ve bir daha hiçbir şey olmadı. Tüm çabalarına rağmen. Ne olmuştu? Neden sıradan bir kadın, üst üste üç kez üç ünlü sinema yıldızının hayaletlerini gördü? Acaba Clarissa Bernhard, bir tür düşünce projeksiyonu ile kafasındaki görüntüleri yanındakilerin göreceği kadar mı yansıtıyordu ?